12 Ocak 2009 Pazartesi

MUSA NIN RUHUDA ÖLDÜ:

Olağanüstü Hal Bölgesi'ni ihdas ederlerken, rejimi de, insanı da farklı yeni bir ülkenin sınırlarını çizmiş oluyorlardı. Buna direnenler vardı, "Boğaz'da rakı içebilmek için pasaport çıkartmaya hiç niyetim yok" diye-rekten; ama gücünü de hayatını da silahtan kazananların böylesi bir bilgeliğe tahammülü olamazdı: Musa Anter'i öldürttüler, bu yeni ülke için öngördükleri ideal vatandaşlara, yani itirafçılara. Cismi gitmişti ama, ruhu belki yaşayabilirdi; ancak onu da öldürdüler 'bin operasyonlarıyla: Beş yaşındaki bebeler bile almıyorlardı artık Nevruz'da dağıtılan polis/devlet şekerlerini ve yazık oldu.
Diyarbakır'daki göstericiler çocukları kendilerine kalkan ediyorlarmış. Oysa aynı resim, şöyle de okunabilir: Çocuklar bile gösterilere katılıyorlar; bütün o yokluk ve yoksulluğa rağmen polisin şekerini almamayı bilebildiklerine göre.
O çocuklar, yankesici, gaspçı, darpçı veya fahişe yapılmak üzere kaçırılıp, satın alınıp veya kiralanıp Batı'ya, İstanbul'a götürülen çocukların kardeşleri. Halkı 'sağduyu'ya çağıran yöre tüccar ve işadamlarının değil, köyü yıkılmış, mezrası yasaklanmış, ormanları yakılmış, sadece yerinden yurdundan değil üretim araçlarından da edilmiş insanların çocukları/canlı çığlıkları: 'Terörün lojistik desteğini kesme stratejisi'nin ete-kemiğe bürünerek geri dönen bedelinin organize çetelere sermaye olmama şansını bulup ruhunu kurtarabilmiş/inşa etmekte olan bölümü.
Ayrıca, bu devletin güvenlik güçleri çocukmuş, kadınmış, yaşlıymış hiçbir kalkanın oyununa gelmeyecek kadar görevine bağlıdır ki, bunu hem başbakanın kendisi hemen dile getirdi, onlar da bunun böyle olduğunu bir kez daha anında ispat ettiler: Diyarbakır'da öldürülenlerin ikisi daha on yaşına bile gelmemişlerdi. Ve biliyormusunuz 1968 Mayıs'ında, 8-9 milyonu grevdeki işçi olmak üzere Fransa'da 12 milyon kişi ayaktaydı, sokaktaydı, okul, fabrika işgalindeydi. Olaylar, gösteriler, eylemler haftalarca sürdü, arabalar yakıldı, vitrinler kırıldı, meçhul asker anıtı da dahil, egemenlerin insanları kendi uğurlarına kurban olmaya razı etmek üzere kullandıkları bütün kutsalların üzerine işendi. Biri, ürküp şaha kalkan bir polis atının ezdiği olmak üzere, ölü sayısı ikiydi.
İnsanlar devlete değil belediye başkanlarına itibar ediyorlarmış: Yüzde on barajıyla devletin yanına bile sokulması peşinen engellenen, siyasi iradeleri yok sayılan insanların alternatif bir devletselliğe yönelmeleri kaçınılmaz olmanın ötesinde, haktır da. Ayrıca yasa karşısında eşitlik gibi en temel bir ilkeyi bile kendisine bozdurtabilen ya da komisyon üyesi milletvekillerini yine devlete ait bir mekana (garnizon) almayabilen güç odaklarının bulunduğu bir yerde devletin tekliğinden söz etmek ve bu tekliğe halel getiriyorlar bahanesiyle belediye başkanlarına yüklenmek hak olmamanın ötesinde komiktir de.
Ayrıca görülmek istenmeyen/açıkça dile getirilmeyen bir şey var ki, bölgedeki son birkaç yıllık rahatlama, devletin 'terör' dediği şeye askeri açıdan galebe çalması sonucu değil, Öcalan'ın Amerikalılar tarafından ve bize sürekli olarak ödetmeye devam edecekleri, yani ülkenin geleceğini de ipotek altında alan bir bedel karşılığında devlete teslim edilmesi sonrası silahlı PKK'lıların kendi kararlarıyla sınır dışına çıkıp eylemlerine ara vermeleri sayesinde meydana gelmişti.
Fiilen eşit vatandaşlığın ilk koşulu olan mecliste hakça temsil edilme hakkını insanlarının bir bölümünden esirgeyen bir rejim, eğer bu insanları askeri yoldan topluca yok edemiyorsa, aslında er veya geç kendilerini topluca muhatap almak zorunda kalacağı kolektif bir hak öznesini de kendi elleriyle tanımlayıp oluşturuyor, dolayısıyla, kendisini kolektif haklar temelinde -gizli veya açık- pazarlığa oturmak zorunda bırakacak bir süreci başlatmış demektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder