13 Haziran 2009 Cumartesi

HİKMET BENOL: yalnızlık dininin başarısız peygamberi / Engin DÜZ

ne diyordu hikmet benol(h.b.): "oysa ben o zamanlar yalnızlığın dinini yayıyordum. "ben tanrı misafiriyim, kendisnin çok selamı var size" diyordum evlerinden içeri girerken. gülüyorlardı."

bir de şöyle bir şey mi diyordu:
"yalnızlığımızın ve horgörülmüşlüğümüzün tüm şiddetiyle hepinizi yerden yere vuracağız"

şu bambaşkaydı: "
kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor"


daha neler neler:

- "çocuk kalmak iyiymiş, biz de iyi kaldı
k albayım; medeniyet bizi bozamadı!"

- "
gerçek başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür.birimi insandır."

-
"kimsenin benim aklımdan geçirdiğim kadınlarla, aklımdan geçirdiklerimi yapmağa hakkı yoktu"

-
"aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeye başladı..."

-
"yazalım albayım. işte kalem işte ıstırap albayım"

-
"ha ha"

- "...Kendinden veriyorsun ve durmadan eksiliyorsun. Oysa bazı insanlar oldukları gibi kalarak elde ederler istediklerini. Ben kanımı damla damla süzerek veriyorum."

- "kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım. bir filimde görmüştüm doktor : senin gibi gene bir doktor olan ve sözüm meclisten dışarı, delice planlar kuran frankeştayn adlı biri, büyük bir bilimadamını öldürerek, beynini çalıyordu. ona karşı koymak istiyen iyi niyetli bir genç adam da frankeştayn'la mücadele ederken, içinde beynin bulunduğu kavanoz kırılıyor ve cam kırıkları bu üstün beyne batıyordu. biliyorsun filmlerde böyle iyi niyetli genç adamlar olmasa her şeyin sonu çok kötü biter; üstelik bu işin sonu, iyi niyetli adam rağmen çok kötü bitti: cam kırıkları hiçbir zaman beynin üzerinden tam manasıyla temizlenemedi; çünkü beynin zarını zedelemesinden korkuldu. bence bu tehlike göze alınmalıydı."

- ".. hayır, kelimeler aldatıcıydı; kelimeler, bizi gerçeklerden uzaklaştıran küçük tuzaklardı. Sevgi, o gece daha birçok şey düşündü, birçok şey hissetti. neler olduğu sorulursa ' şey ' kelimesinden başka türlü tarif edemeyeceği bir sürü şey. allahım, dedi sonunda; ne olurdu bütün bu ' şey 'leri anlatabilecek gücüm olsaydı."


- "öyle demeyin doktor. Ben bugüne kadar hiçbir ıstırabuımı bilinçaltına itmeyi başaramadım. Bu yüzden çok boş kaldı orası. Özellikle gecekonduya geldikten sonra, bütün rezilliklerimi çekinmeden sergiledim. Hatta bunları birer marifetmiş gibi göstermeğe çalıştım. Bu ülkede eksikliğini duyduğum 'insanın kendisiyle hesaplaşma meselesi'ni bizzat kendime uygulayarak bu meselenin ilk kurbanlarından oldum. Aslında, meselenin ciddiyetine dayanamadığım için, oyunlarla durumu örtbas etmeye çalıştım."

- "Bilge, seni son gördüğümden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi..."

- "Siz bilmezsiniz albayım: İnsanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu."

- ".. iyi bir öğrenci değildim. hepiniz dünya çapındaydınız. devler savaşı yapıyordunuz. herkesin gözüne bakmak zorunda olduğumu sanıyordum. savaş bitsin istiyordum; fakat anlaşmaya hiç niyetiniz yoktu. sizleri izlemekten yorulmuştum. acaba şimdi ne yapacak? bu söze kızdı mı? düşünür dururdum. sonra kendimi teselli ederdim: onlar kendi başlarının çaresine bakarlar. oyunlarınızı heyecanla seyreden saf bir seyirci gibiydim. "

- "Olmadı, kısmet değilmiş albayım. Mutfak temizliğiyle olmuyormuş. Uyanınca boynuma sarılmıştı uykulu kollarıyla. Ben de bütün iş bundan ibaret diye sevinmiştim, tabakların suları bile akmadan onları kurulamıştım, beni azarlamıştı, çünkü kurulama bezleri hemen ıslanmıştı, ondan azarlamıştı, beni bu kadar seven ve ikide bir kollarını boynuma saran kadın neden böyle önemsiz bir mesele için beni azarlamıştı? İyi niyetlerle iyi eserler verilemeyeceğini neden hatırlatmıştı? Neden neden neden albayım?"

- "Eski düzene isyan ediyorum ve eski düzenin değişmesine karşıyım. Ha-ha."

- " .. fakat ne yazık ki, insan hayatında trajedi daha çok albayım. insan, çarkları tersine çeviremiyor. ah, ne olurdu bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım! seni, bütün kötülüklerinle birlikte seviyoruz, diyorlar ya, ondan istemiyorum işte. sevseler de neden hiç unutamıyorlar? genel af ne zaman çıkacak albayım? hani bütün sonuçlarıyla suçları affeder ya, ne zaman kavuşacağız ona? ' gözlerini kapadı: ' genel affı görür gibi oluyorum albayım.' gülümsedi. ' delileri de affederler mi acaba? "

- "ulkemizde en cok yetisen koyludur. koylu, butun iklimlerde yetisir. koylunun yetismesi icin cok emek vermege ihtiyac yoktur. koylu bozkirda yetisir, yaylada yetisir, ormanda yetisir, dagda yetisir, kurak iklimde yetisir, sulak iklimde yetisir. cabuk buyur, erken meyva verir. kendi kendine yetisir, kendi kendine meyva verir. biz koyluleri cok severiz. sehre gelirlerse onlardan kapici ve amele yapariz... ulkemizde tarim urunleri yetisir.kuru uzum ve incir yetisir. once islak yemisler yetisir. onlari, gunes olan yerlerde kurutarak kuru yemis yetistiririz. ingiltere’ye gondeririz, onlar da bize gercek gonderirler. biz, o gerceklerden, kendimize gore gercekler yetistirmeye calisiriz. son yillarda, kuru uzum ve incirin yanisira, koylu de gondermeye baslamisizdir. bu koyluleri, once sehirlerde biraz yetistiririz; tam olgunlasmadan (yolda bozulmasinlar diye) baska ulkelere gondeririz. onlar da bize doviz gonderirler. halk muzigi gondeririz; sofor plagi gonderirler, aranjman gonderirler..." (ha ha)

hikmet benol' un sözleriyle başlamak en iyisidi diye düşünüyordum. böyle bir giriş hoş oldu. onu hatırladık ve üzülmekten korktuğumuz için güldük yine. (ha ha)

artık bir bilinmez değildir Hikmet' in; Sevgi ile yaşarken sevgisiz, Bilge ile yaşarken bilgisiz olduğu, adının anlamının tersine kayan bir kişi olduğu..

hikmet akıldan geçmesi tehlikeli cümlelerle oyunlar oynayan birisidir. bu oyunlar beklediği gibi sonlanmamıştır. yeniden doğmak ve sıfırdan başlamak için gittiği "gecekonduda" yeni oyunlar yazacaktır ve bu ülke zaten bir oyun yeri olarak en güzel sahnesi olacaktır.. ama olmamıştır.. kalemle kağıt buluşmamıştır.. hikmet geçmişinden, anılarından kurtulamamıştır. onları anlatmakla, her şeyi hatırlamakla meşguldur.. kendine yüklediği bütün misyonların bir hiçle sona ermesinden yorulmuş ve muhteşem bir sona doğru adımlar atmaya başlamıştır. görünmemesi gereken her şeyi görmüş, sefaletin her cümlesini duymuştur. (allah belasını versin)

temiz kalmak için çabalar veren bir kişidir aslında hikmet. karısı uyurken bulaşıkları yıkar ve her şeyin çözülmesini bekler. hüsamettin albayı arkadaşıyla konuşurken mutfakta bulaşıkları yıkar bunu belli etmemeye çalışır.

hikmet tehlikeli oyunlar oynamaktadır bunun farkındadır, bizde bu oyunların bize değen noktalarında acı çekerken onun dışında büyük bir ironin seyircileri oluruz. oğuz atay belki de benzer acıları, kaygıları yaşadığı; insanları tanımaya başladığı , yalnızlığın karanlığına kapıldığı bir vakitte yazmıştı bu romanı. aslında oğuz atay günlüğünde bahsediyordu hikmet benol' dan o bölümle ilgili bir alıntı yapalım günlüğünden:

"Bugünlerde kendimden bahsetmek isteği yok. Bu deftere ikinci kitabım hakkındaki düşüncelerimi yazmak istiyorum.Aklımdan bir şeyler geçiyor ara sıra. Unutuyorum. Geldiği anda bu deftere yazmalıyım. Tutunamayanlar gibi sayfa bir diye başlamak olmaz. Çok dağılıyorum.

Hikmet'in yaşantısında en önemli noktalardan biri başkalarından çok şey beklemesi, ümt etmesi ve devamlı gerçek dışı hayaller kurması başkaları için ve sonunda devamlı bozulması ve bu kendine yaptığı baskı ve kurduğu fanteziler yüzünden, karşsısındakileri yaşadığı sırada değerlendiremeyişi.


hikmet hep birilerini gelmesini bekliyor kendisine, kimse gelmeyince gidceği yer ölüm oluyor. böyle bir son bütün kitap boyunca akıllarda dolaşıyor zaten ama kitabı okurken yavaş yavaş hikmet benol gibi düşünen sayfa çeviricileri (sen-ben-o vs..) bunu kabullenemiyoruz.. kimse kendi sonunu görmek istemiyor. kimse bu çok sevdiği başarısız karakterin ölmesini istemiyor.. kimse hikmetsiz bir hayat istemiyor.. hikmet sadece ölümü doğru gitmiyor bilginin yapamadığını, sevginin varamadığını gösteriyor.

böyle bir yazı yazmışken bahsedilmesi gereken bir mektup var. biliyorum hemen o mektup geldi aklınıza. tekrardan bu mektubu okumak ve o anı tekrar hatırlamak bize bir şey katmaz ama çare yok, kelimeler oraya doğru gidiyor. (ha ha)

"sevgili bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş
olsaydım. ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve
birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve
şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan
olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. sana, durup dururken yazmak zorunda
kalmasaydım. bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.
insanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde
bırakmasaydım. kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine
düşmeseydim. bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp
sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş
olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış
olsaydım. sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi bilge, aklını başına topla.
ben iyi değilim bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor
diyebilseydim. gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. hiç olmazsa
arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimde geri dönmek istiyorum, ya da
dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. kendime, söyleyecek söz
bırakmadım. kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. aslına bakılırsa, bu sözleri
kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir
şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. sen, aşk ve her şeyin olduğu
günlerde böyle kararlar alınamazdı. yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu
kararlar. şimdi her satırı, bu satırı da neden yazdım? diyerek öfkeyle bir
öncekine ekliyorum. aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görüşle ayakta
tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. çünkü başka türlü bir
davranışım, benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa
ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. oysa, sevgili bilge, aziz varlığımı
artık ara sıra kaybettiğim oluyor. fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke
bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle
terkedinceye kadar gidipgelenazizvarlık masalınakimse inanmayacaktır. bazı
insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak
durumundadır. bu bir çeşit alın yazısıdır. bu alın yazısıda başkaları
tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu
da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. bir alın yazısı da ölümün
anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı
müelliflere göre bu durum daha acıklıdır.

ben ölmek istemiyorum. yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum.
bu nedenle,sevgili bilge, mutlak bir yalnızlığı mahkum edildim. (insanların
kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. durup dururken insanlara
saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) hiç kimseyi
görmüyorum. albay da artık benden çekiniyor. ona bağırıyorum. (bütün bunları
yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. fakat
bunlar yazı, sevgili bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.)

geçen sabah erkenden albayıma gittim. bugün sabahtan akşama kadar
radyo dinleyeceğiz, dedim. bir süre sonra sıkıldı. (insandır elbette
sıkılacak. benim gibi bir canavar değil ki.) bunun üzerine onu zayıf
bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakkı olmadığını yüzüne bağırdım. (ben
yalnız kalmalıyım. başka çarem yok.) bazen nurhayat hanıma gidiyorum;
karşılıklı susarak oturuyoruz. konuşmamak ne iyi, bir bilsen. insan elbette
konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor. fakat kelimeleri insana
ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor. kendinden nefret ediyor. dul kadın
iyi: bana kahve pişiriyor, sigaramı yakıyor. onun yanında biraz huzura
kavuşuyorum. pilleri, kutusundan büyük bir radyosu var; onu dinliyoruz.
nurhayat hanım sıkılmıyor. bazen dul kadının evinde, bir iki söz ettiğim
oluyor: kendi kendime konuşur gibi. nurhayat hanım hiç söze karışmaz; aman
işte biri konuşmağa başladı varlığını ortaya koydu, dur ben de bir şeyler
söyleyeyim kişiliğimi göstereyim gibi küçük çabalamalar içinde değildir dul kadın.
onunla oyunlar dinliyoruz radyodan. yıllardır sesleri değişmeyen, fakat adları
farklı olan oyuncuların piyesleri; aynı heyacanlı titreşimler, aynı yükselip
alçalmalar. sanki yıllardır sürüp giden uzun bir oyunu parça parça oynuyorlar.
kahkahalar atıyorlar - çocukluğumdan beri dinlediğim kahkahalar. aynı kapıları
yıllardır açıp kapıyorlar. aynı güç durumlarda kalıyorlar. yavaş konuş bizi
duyacak diyorlar, siz burada ne arıyorsunuz bakalım diyorlar. ben yalnız
sesleri dinliyorum, anlamlarla ilgili değilim.kuş sesi dinleyerek huzur
duyanlar varmış; onlar gibiyim. haberleri de, belli konular üzerindeki
konuşmaları da, tartışmaları, açık oturumları, reklamları da, özel programları
da aynı şekilde dinliyorum. her kuşun kendine özgü bir sesi var: sözleri
dinlemeden hangi program olduğunu biliyorum bu yüzden.

dul kadının inanılmaz bir hoşgörüsü var: her çeşit müziği dinliyoruz
üstüste. bizim dilimizden şarkılar da var galiba: çünkü sözlerini anlar gibi
olyorum. dul kadınla ben, senin anlayacağın, soyut bir durumdayız; daha
doğrusu her şeyin özüyle ilgilieniyoruz: meyvaların yalnız suyunu içiyoruz.
birer sigara yakalım mı nurhayat hanım? diyorum. yakalım hikmet bey, diyor.
songünlerde bana 'bey' diyen bir dul kadın kaldı. görüyorsun ben de kaçamak
yapıyorum: yalnızlığı dul kadınla aldatıyorum. ne yapayım? beni olduğum gibi
kabul ediyor. sen,yalnız iyi programlarımı dnlemek istedin. alaturka çaldığım
zaman düğmemi kapatmak istedin. belki gerçek canavar ben değilim."

bu mektubu yazmak sadece kelemlerle ilgili bir olay değil. hikmet her ne kadar tersini söylese de bilgeye bize gerçeği söylemekten çekinmiyor. kendimize bir mektup yazacak olsak bile bu kadar açık olamayız, hep bi ihtimaller, hep başka ihtimaller akılları kurcalar ve biz kendimize "hikmet ben ol" diyemeyiz.oğuz atay' ı farklı kılan durum tam burda başlıyor. o soyadları boşuna seçilmiyor. onlara asla ihanet edilmiyor.

hikmet her şeyiyle bu ülkede yaşıyor. aklıyla bu ülkede yaşıyor. ülkemizin 2.5 tarafının denizlerle çevrili olduğunu açıkça söylüyor. arkadaşları bıraktığı yerde kendisi bir ömürü bırakıp ölüme gidiyor ve arkadaşları bir durak olmaktan öteye gitmiyor. "sevgi onun gerçek adı değildir". bazı cümleler unutulmuyor. "kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor"

hikmet yorgun bir karakter en çok bu özelliğini seviyorum, birde kışın üşümesine rağmen içlik(sıcak fanilalar) giymiyor pantolunun altına. demek ki üşümesinide biliyor hikmet, ölmesinide. tek yapamadığı yaşamak. kabul ediyor zaten.

"kabul etmiyoruz bazen"


not: yarım bir çalışmadır. kitaptaki bütün hikmetlere değinilecektir. geçmişin ve yalnızlığın izleri iyice deşilecektir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder